Kerbela Olayı

KERBELAYA VARDIKTAN SONRA – ŞEHADET KERVANIYLA ADIM ADIM (3)

Hz. Hüseyn (a.s)’ın kafilesi, Hürr’ün ordusuyla birlikte hareketlerine devam edip “Neyneva”ya ulaştılar. Burada ata binmiş silahlı bir süvariyle karşılaştılar, o adam İbn-i Ziyad’ın elçisiydi, kendisinden taraf Hürr’e mektup getiriyordu. Mektubun metni şöyledir: “Bu mektubu okur okumaz Hüseyn ibn-i Ali’yi baskı altına al ve O’nu kuru düz bir çöle sevket.”

Hür mektubun metnini İmam Hüseyn (a.s)’a okuyup Hz. Hüseyin’i (a.s) bu yeni emirden haberdar etti.

İmam Hüseyin (a.s): “Öyleyse bırak biz Neyneva, Gaziriyyat veya Şufeyye çölüne inelim” buyurdu.

Hür: “Ben sizin bu teklifinizi kabul edemem. Çünkü ben artık karar almakta özgür değilim. Zira bu mektubu ulaştıranın kendisi İbn-i Ziyad’ın casusudur ve benim en küçük hareketlerimi bile göz altında bulundurmaktadır.” dedi.

Bu arada “Züheyr ibn-i Kayn” İmam (a.s)’a şöyle bir teklifte bulundu: “Bizim bu az grupla savaşmamız, bunların arkasında olan kişilerle savaşmaktan daha kolaydır….” İmam Hüseyn (a.s) Zübeyr’in teklifine cevaben. “Savaşı ben başlatmayacağım” (28) diye buyurdu.

Daha sonra İmam Hüseyn (a.s) Hürre hitaben: “İkametimize daha münasib bir yer bulmamız için biraz daha hareket edelim.” diye buyurdu. Hür, İmam Hüseyin’in (a.s) bu sözüne muvafakat ederek hareketlerine devam edip Kerbela çölüne ulaştılar. Burada Hür ve dostları; “Burası Fırat’a yakın ve münasib bir yerdir” diye Hazretin bundan daha fazla ilerlemesine mani oldular.

Hz. Hüseyin (a.s) o bölgeye inmeye karar verdiğinde o yerin ismini sordu. Buraya “Taf” diyorlar diye cevap verdiler. İmam (a.s): “Buranın başka bir ismi de var mıdır?” diye sorduğunda “Buraya Kerbela da diyorlar” dediler.

Hz. Hüseyin (a.s) “Kerbela” ismini duyar duymaz şöyle buyurdu: “Allah’ım Kerb ve bela (gam ve bela) dan sana sığınıyorum. İşte burası bizim ineceğimiz (son) yerdir. Allah’a and olsun ki, kıyamet gününde de buradan haşr olacağız. Bu, ceddim Resulullah’ın (s.a.a) vaadesidir, O’nun vaadesinde hiç bir hilaf yoktur.” (29)

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Kerbela’ya Vardıktan Sonraki Hutbesi

Hz. Hüseyn (a.s), Muharrem’ül-Haram ayının ikinci günü, hicretin 61. yılında Kerbela’ya vardı, az bir vakfeden sonra dostları, çocukları ve ailesi arasında yer alıp şu hutbeyi irad etti:

“Allah’a hamd, Peygambere salat ve selamdan sonra. İşte başımıza gelen olayı görmektesiniz. Gerçekten dünyanın durumları değişmiş, kötülükleri aşikar olmuş, iyilik ve faziletleri ortadan kalkmıştır. İnsanî faziletlerden ancak kabın dibinde kalan su damlacıkları kadar pek az bir şey kalmıştır… Halklar zillet ve utanç dolu bir hayat sürdürmektedirler. Hak üzere amel edilmediğini ve batıldan kaçınılmadığını görmüyor musunuz? Böyle bir durumda mü’min, Allah’a kavuşmayı (şehid olmayı) istemekte haklıdır. Ben böyle bir ortamda ölümü saadet biliyorum, zalimlerle yaşamayı ise alçaklık. İnsanlar dünya kuludur, din ise dillerinde dolaşır, dinin sayesinde geçimleri iyi olduğu müddetçe onu savunurlar, zorluklarla imtihan edildiklerinde ise dindarlar azalır.” (30)

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Ömer İbn-i Sa’d İle Konuşması

Hatib-i Harezmî’nin nakline göre, Hz. Hüseyn (a.s), “Ömer ibn-i Sa’d’a kendisiyle mülakat etmesi için bir mesaj gönderdi. İmam Hüseyn (a.s) gece vakti dostlarından yirmi kişiyle birlikte iki ordunun arasına dikilen çadıra doğru hareket etti. Kardeşi Ebu’l-Fazl ve oğlu Ali Ekber’den başka dostlarından hiçbir kimsenin çadıra girmemesini emretti. Ömer ibn-i Sa’d da sayıları yirmiyi bulan doslarına aynı şekilde emretti ve sadece oğlu Hafs ve özel kölesiyle birlikte çadıra girdiler. İmam (a.s), bu mecliste Ömer ibn-i Sa’d’a hitaben şöyle buyurdu: “Ey İbn-i Sa’d, benimle savaşmak mı istiyorsun? Dönüp de huzuruna varacağın Allah’dan korkmuyor musun? Halbuki benim, kimin oğlu olduğumu biliyorsun. Bunları (Benî Ümeyye’yi) bırakıp benimle olmak istemez misin? Oysa bu amel Allah rızasına daha yakındır.”

Ömer ibn-i Sa’d İmam (a.s)’a cevabında: “Bu durumda Kûfedeki evimi yıkmalarından korkuyorum.” dedi.

İmam (a.s): “Kendi paramdan sana ev yaptırırım” buyurdu.

Ömer İbn-i Sa’d: “Bağ ve hurmalıklarımı yağmalamalarından korkuyorum” dedi.

İmam (a.s): “Ben Hicaz’da, Kûfe’deki olan bağlardan daha güzel bağ ve hurmalıkları sana veririm.” buyurdu.

Ömer ibn-i Sa’d: Çoluk çocuğum Kûfe’dedir, onları öldürmelerinden korkuyorum” dedi.

İmam (a.s), onun boşyere behane aradığını görünce, tövbe edip dönmesinden ümidini kesti ve şu cümleyi söyleyerek ayağa kalktı. “Allah seni öldürsün, kıyamet günü de günahlarından geçmesin; sana ne olmuş (bu kadar özür getirip söz kabul etmiyorsun?) Allah’a andolsun ki Irak buğdayından, Çok az bir mikdar hariç sana hiçbir şeyin nasib olmayacağını ümid ediyorum. (Yani Allah en yakın bir zamanda canını alsın.)” (31)

Ömer ibn-i Sa’d da alay ederek: “Irak arpası bana yeter” dedi.

Hz. Hüseyin (a.s)’ın Tasua Günü İkindi Vaktinde Buyurduğu Sözler

Taberî’nin naklettiğine göre, dokuz muharrem perşembe gününün ikindi sularında Ömer-i Sa’d’ın saldırı emriyle Yezid’in ordusu harekete geçti. İmam Hüseyn (a.s) o saatte çadırın dışında kılıcına dayanıp hafif bir uykuya dalmıştı.

Zeyneb-i Kubra (a.s) Ömer-i Sa’d’ın ordusunun sesini duyup onların hareket ve kaynaşmalarını görünce İmam (a.s)’ın yanına gelip: “Kardeşim! Düşman çadırlara yaklaşmak üzeredir.” dedi

Hz. Hüseyin (a.s) başını kaldırıp şöyle buyurdu:

Şimdi ceddim Resulullah’ı (s.a.a) uykumda gördüm ki bana şöyle buyurdu: “Torunum! En yakın bir zamanda benim yanıma geleceksin.” (32)

Daha sonra Hazret kardeşi Ebu’l-Fazl’a şöyle buyurdu: “Kardeşim, canım sana feda olsun, atına bin de bunlarla mülakat et ve onların (bu hareketten) hedeflerinin ne olduğunu sor öğren.”

Hz. Hüseyn (a.s)’ın direktifleri doğrultusunda Ebu’l-Fazl, içlerinde Züheyr ibn-i Kayn ve Habib ibn-i Muzahir de bulunan yirmi kişiyle birlikte düşmana doğru hareket edip onların karşısında yer aldı ve onların bu hareketten hedeflerinin ne olduğunu sordu.

Ömer-i Sa’d’ın ordusu Hz. Ebu’l-Fazl’a cevabında: “Emir (İbn-i Ziyad)dan yeni bir hüküm gelmiştir; ya bi’at edersiniz veya hemen şimdi sizinle savaşa başlarız.” dediler.

Hz. Ebu’l-Fazl, İmam Hüseyn (a.s)’ın huzuruna gelip onların sözünü Hz. Hüseyin’e ulaştırdı.

Hz. Hüseyin (a.s), Ebu’l-Fazl’a cevaben şöyle buyurdu: “Onların yanına dön, eğer becerebilirsen (bu gece mühlet al)savaşı yarına ertelet ve onları bu akşam bizden defet; (savaştan vazgeçir) tâ ki bu gece namaz kılalım, Rebbimize dua edelim ve Ondan mağfiret dileyelim. Çünkü ben namazı, Kur’ân okumayı ve fazla dua edip mağfiret dilemeyi çok seviyorum.”

Hz Ebu’l-Fazl, Ömer-i Sa’d’ın yanına varıp bir gece mühlet istedi. Ömer-i Sa’d, bu teklifi kabul etmekte tereddüt içerisinde olduğu için mevzuyu ordunun komutanlarına açıp onların görüşünü aldı… Nihayet çok konuşulduktan sonra Ömer-i Sa’d, Hz. Ebu’l Fazl’a şöyle cevap verdi: “Biz bu geceyi size mühlet veriyoruz, eğer teslim olup emirin (İbn-i Ziyad’ın) hükmüne boyun eğerseniz, sizi onun yanına götürürüz; aksi takdirde biz sizi kendi halinize bırakmayacağız. Sizin kaderinizi tayin eden savaş olacaktır.”

Böylece İmam (a.s)’ın teklifi kabul edilip Aşura gecesi Hz. Hüseyin’e mühlet verilmiş oldu.

Hazreti Hüseyn (a.s)’ın Aşura Günündeki Konuşması ve En Son İmtihan

Hz. Hüseyin (a.s), Medine’den Kerbela’ya kadar yol boyunca ve çeşitli yerlerde şehid olacağını ilan etmişti ve dostlarına kendisinden ayrılıp gitmeleri için izin vermiş ve bi’atı onlardan kaldırmıştı. Aşura gecesinde, yine son olarak şehadet meselesini açık bir şekilde sözkonusu etmiştir. “Artık şehadet vakti ulaşmıştır, ben bi’atimi sizlerden kaldırdım. gecenin karanlığından yararlanıp kendi şehir ve memleketinize doğru hareket edin.” (33)

Bu teklif, gerçekte Hz. Hüseyn (a.s)’ın kendi ashabı hakkındaki en son imtihanıydı. Bu imtihanın neticesi İmam (a.s)’ın dostlarının aksülamelini yansıtan sözleriydi. Ashab’dan , her biri özel bir beyanla Hazrete vefadar kalacaklarını ve kanlarının en son damlasına kadar mukavemet edeceklerini ilan edip bu imtihandan yüzü ak ve başı yüce çıkmışlardır.

Şimdi Hz. Hüseyn (a.s)’ın Ehl-i beyt, yaran ve sadık dostlarından bir kaç kişinin verdiği cevaplarını naklediyoruz:

1- Hz. Hüseyn (a.s)’ın konuşmasından sonra ilk konuşan Hazretin kardeşi Ali ibn-i Abbas idi. Hz. Abbas şöyle dedi: “Allah böyle bir günü bize göstermesin ki biz seni yalnız bırakıp da şehrimize geri dönelim.”

2- Bu konuşanlardan biri de “Müslim ibn-i Avsece” idi; o da şöyle dedi: “Biz nasıl olur da sana yardımdan elçekeriz? Bu durumda Alah’ın huzurunda bir özürümüz olur mu? Allah’a and olsun ki mızrağımızla düşmanın kalbini yarmadıkça, kılıç elimde olduğu müddetçe onlarla savaşmadıkça senden ayrılmayacağım. Hiç savaş aracım olmasa bile canları yaratana canımı teslim edene dek taş ve kesekle onlara karşı savaşacağım.”

3- İmam Hüseyn’in yaranlarından başka biri olan “Sâd ibn-i Abdullah” da şöyle dedi: “Allah’a andolsun ki Allah’ın huzurunda peygamberin senin hususundaki hakkına riayet ettiğimizi sabit etmedikçe sana yardım etmekten vazgeçmeyeceğiz. Allah’a and olsun ki eğer yetmiş defa öldürüleceğimi ve bedenimi yakıp külümü tekrar dirilteceklerini bilsem yine de kesinlikle sana yardım etmekten vazgeçmeyeceğim ve her dirildikten sonra tekrar senin yardımına koşacağım. Halbuki ölümün bir defadan fazla olmadığını ve ondan sonra da Allah’ın sonsuz nimetinin olduğunu yakinen biliyorum.”

Hz. Hüseyin (a.s), Benî Haşim, ashab ve yaranlarından bu aksülameli gördüğünde ve onların imamet makamına fedakarlıklarını, gösteren sözlerini duyduğunda onlara: “Allah hepinize iyi mükafat versin” şeklindeki cümleyle dua etmenin yanısıra açıkca şöyle buyurdu: “Ben yarın öldürüleceğim, sizin hepiniz, hatta Kasım ve süt emen Abdullah bile benimle öldürülecektir.”

Hazretin bütün dostları bu sözü duyar duymaz hep birlikte şöyle dediler: “Biz de yüce Allah’a şükrediyoruz ki sana yardım etmekle bize keramet verdi ve yanında öldürülmekle de bize izzet ve şerafet bağışladı. Ey Peygamber’in torunu! Seninle cennette olmamıza niçin haşnut olmayalım.?”

Mukavemete Çağrı

İbn-i Kuleveyh ve Mes’udi’nin naklettiğine göre Hz. Hüseyn (a.s), Aşura günü sabah namazını kıldıktan sonra, yüzünü namaz kılanlara çevirip Allah’a hamd-u sena ettikten sonra şöyle buyurdu: “Allah-u Teâla bu gün benim ve sizin ölümünüze izin vermiştir. Öyleyse sabredin (direnin) ve düşmana karşı savaşın.” (34)

Merhum Şeyh Saduk İmam Seccad (a.s)’dan şöyle naklediyor: “Aşura günü savaş şiddetlendiğinde ve baskı arttığında… Hz. Hüseyn (a.s)’ın yaranlarından bazıları İmam Hüseyin’in (a.s) ilginç ve olağanüstü cesaretine hayret edip manevi ruhani simasına işaret ettikleri halde şöyle diyorlardı: “Hz. Hüseyn (a.s)’a bir bakın, o ölümü asla önemsemiyor.”

Hz. Hüseyn (a.s) onların bu sözünü duyunca kendi yaranlarına şöyle hitap etti:

“Ey kerim zadeler! Sabırlı olun, ölüm, sizi sıkıntı ve mihnetten geçirip geniş cennet ve daimi nimetlere ulaştıran köprüden başka bir şey değildir. Hanginiz zindandan saraya gitmeyi sevmez?… Babam Resulullah (s.a.a)’dan nakleder ki: “Dünya mümine zindan, kafire ise cennettir. Ölüm, müminleri cennetlerine, kafirleri ise cehennemlerine ulaştıran bir köprüdür.” Duyduğum söz haktır, yalan değil” (35)

Hz. Hüseyn (a.s), sabah namazını kıldıktan sonra meşhur kavle göre 72 kişiden müteşekkil ordusunun saflarını düzene koydu. Ordunun sağ kolunu Züheyr ibn-i Kayn’a, sol kolunu Habib ibn-i Müzahir’e, sancağı ise kardeşi Hz. Abbas’a verdi; kendisi ve ehl-i beytinden olan kişiler de ordunun merkezinde yer aldılar.

Öte yandan Ömer ibn-i Sa’d da ordusunun saflarını düzenlemekle meşguldu. İmam’ın (a.s) gözü düşmanın yığınca ordusuna ilişip karşısında sel gibi insanları görünce ellerini göğe doğru kaldırıp şu duayı okudu: “Allah’ım! Her gam ve kederde sığınağım, her sıkıntı ve zorlukta ümidim ve her musibette güvendiğim ve hazırlığım sensin. Kalpleri sarsan, kurtuluş yollarını kapatan, dostları kaçıran ve düşmanları sevindiren nice gam ve musibetleri sana şikayet ettim, başkalarından ümidimi kesip sana yöneldim ve sen o gam ve üzüntüyü giderdin, onları bertaraf ettin, her nimetin sahibi ve her dileğin nihayeti de sensin.” (36)

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Aşura Günündeki İlk Konuşması

Hz. Hüseyn (a.s), ordusunun saflarını düzene soktuktan sonra, atına binip biraz çadırlardan uzaklaştı ve yüksek sesle Ömer-i Sa’d’ın ordusundaki kimselere hitaben şöyle buyurdu: “Ey insanlar! sözümü dinleyin, üzerime düşen, sizlere öğüt ve nasihat etmek vazifesini yapmadıkça ve bu bölgeye gelmemin sebebini anlatmadıkça benimle savaş hususunda acele etmeyin.

Eğer dediğimi kabul edip, sözümü tasdik eder de bana karşı insaflı davranırsanız, saadet yolunu bulur, artık benimle savaşmaya hiç bir deliliniz olmaz. (Eğer böyle yapmazsanız) daha sonra yaptığınız işin gam ve üzüntünüze sebeb olmaması için ortaklarınızı bir araya toplayın düşünüp taşının ve hakkımda aldığınız kararı uygulayın. Bana göz açtırmayın. Şüphesiz benim yardımcım Kur’ân’ı indiren Allah’tır, salih kulların yardımcısı da O’dur.” (37)

“Sibt ibn-i Cevzî” “Tezkiret’ül-Havas” kitabında şöyle diyor: “Hüseyn ibn-i Ali (a.s), Kûfe halkının kendisini öldürmeye ısrar ettiklerini görünce bir Kur’ân aldı ve onu açıp başının üzerine koydu, ve düşmanın ordusu karşısında onlara şöyle hitap etti: “(Ey insanlar!) Benimle sizin aranızda Allah’ın kitabı ve ceddim Resulullah (s.a.a) hakem olsun. Ey insanlar! Ne suçtan dolayı kanımın dökülmesini helal biliyorsunuz? Acaba ben Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim? Acaba ceddim Resulullah’ın benim ve kardeşim hakkındaki: “Bunlar cennet gençlerinin efendileridir.” şeklindeki sözünü duymamış mısınız? Eğer sözümü tasdik etmiyorsanız Cabir, Zeyd ibn-i Ekrem ve Ebu Said-i Hudriden sorunuz. Acaba Cafer-i Tayyar amcam değil midir?”

Bu sözlere karşı Yezid’in ordusundan Şimr’den başka hiç kimse cevap vermedi; o da: “Şimdi cehennem’e gireceksin” dedi. Hz. Hüseyn (a.s) cevaben şöyle buyurdu: “Allah-u Ekber! Ceddim haber vermiş ki; “Ben uykuda bir köpeğin Ehl-i Beyt’imin kanını yaladığını gördüm” Sanıyorum o köpek sensin.”

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Sözlerine Ara Vermesi

Tarih kitablarının naklettiğine göre, İmam (a.s)’ın sözü buraya ulaştığında Hz. Hüseyin (a.s)’ı dinleyen kendi ordugahından bazı kadın ve kızların ağlama sesleri yükseldi. İmam (a.s) konuşmasına ara verip kardeşi Abbas’ı ve oğlu Ali Ekber’i onları susturmakla görevlendirdi ve “Onlar ileride daha çok ağlayacaklar” dedi.

Kadın ve çocuklar sustuklarında İmam (a.s) tekrar sözlerine devam edip Allah’a hamd-u sena ettikten sonra şöyle bir hutbe irad etti:

“Ey Allah’ın kulları! Allah’dan korkun, dünyaya karşı (aldanmamak için) ihtiyatli davranın. Eğer bütün dünya bir kişiye kalacak veya bir kişi orada daimi kalacak olsaydı Peygamberler baki kalmaya daha lâyık, rızayetleri celbedilmeye daha evla ve böyle bir hükme daha uygun olurlardı. Ama Allah-u Teâla dünyayı fani olmak için yaratmıştır. Yenileri eskilir, nimetleri zail olur, sevinci ise kararır (gam ve üzüntüye dönüşür.) Dünya engebeli bir menzil ve muvakkat bir evdir. Öyleyse ahiretiniz için azık toplayın; en güzel azık ise takvadır. Allah’dan sakının tâ ki kurtuluşa eresiniz.

Ey insanlar! Allah-u Teâla dünyayı, ehlini halden hale sokan fena ve zeval yurdu kıldı. Aldanan kimse dünyaya aldanan, bedbaht da ona meftun olan kimsedir. O halde sakın bu dünya sizi aldatmasın. Sizin bir iş üzere toplandığınızı görüyorum. Bu işde Allah’ı gazaplandırdığınız için Allah da rahmet yüzünü sizden çevirdi ve size azabını gerekli kıldı. Rabbimiz ne güzel bir Rab’dir, siz ise ne kötü kullarsınız. Allah’ın emrine uymaya ikrar ettiniz ve elçisi olan Hz. Muhammed’e (s.a.a) iman getirdiniz. Ama daha sonra torunlarını ve Ehl-i Beyt’ini öldürmek için saldırıya geçtiniz. Şeytan sizi sarıp-kuşatmıştır; böylelikle de size yüce Allah’ın zikrini unutturmuştur. Allah sizi ve dileğinizi helak etsin. Biz Allah’danız ve şüphesiz O’na dönücüleriz.”

Hz. Hüseyn (a.s), daha sonra kendini tanıtma yoluyla onlara nasihat ve öğüt vermek için şöyle buyuruyor:

“Ey insanlar! Soyumu söyleyin ben kimim. Bakın görün beni öldürmeniz, hürmetimi gözetmemeniz sizin için câiz midir? Ben, Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim? Ben, Peygamber’inizin vasisi ve amcasının oğlunun oğlu değil miyim? Ben, herkesten önce Allah’a iman eden ve Peygamber’in (s.a.a) risaletini tasdik eden kimsenin oğlu değil miyim? Seyyid-üş Şüheda olan Hamza, babamın amcası değil midir? Cafer-i Teyyar, amcam değil midir? Peygamber’in (s.a.a) benim ve kardeşim hakkındaki: “Bu ikisi, cennet gençlerinin efendileridir.” sözünü duymamış mısınız?

Eğer sözümü tasdik ederseniz, bu söylediğim sözler birer gerçektir. Allah’a and olsun ki, Allah-u Teâla’nın yalancıya gazap ettiğini ve uydurduğu sözün zararını kendisine çevirdiğini bildiğim günden beri yalan söylememişimdir. Eğer beni tekzip ederseniz, halihazırda müslümanların arasında Peygamber’in (s.a.a) ashabından olan kimseler mevcuttur; bunu onlardan soracak olursanız size söylerler. Bunu Cabir ibni Abdullah’i-Ensarî, Eba Said’i Hudrî, Sehl ibn-i Sa’d-is Saidî, Zeyd ibn-i Erkam ve Enes ibn-i Malikten sorun öğrenin. Şüphesiz onların hepsi, Resulullah’ın (s.a.a) benim ve kardeşim (Hasan) hakkındaki buyurduğu sözü duymuşlardır. Bu sözler, sizi kanımı dökmekten alı koymuyor mu?” (38)

Şimr İbn-i Zilcuşen’in Hz. Hüseyn (a.s)’ın Sözünü Kesmek İstemesi

Bu arada Yezid ordusunun komutanlarından biri olan Şimr ibn-i Zilcuşen, İmam Hüseyn (a.s)’ın bu sözlerinin orduya etki edip onları savaştan vazgeçireceğinden korktuğu için Hz. Hüseyin (a.s)’ın sözünü keserek yüksek bir sesle şöyle dedi: “O (Hz. Hüseyn) Allah’a kalbiyle değil de diliyle ibadet ediyor (o dalalettedir), ne söylediğini bilmiyor.”

Habib ibn-i Muzahir de Hz. Hüseyn (a.s)’ın ordusu adına ona şöyle cevap verdi: “Hayır, Allah’a diliyle ibadet eden ve tam bir dalalet içerisinde olan sensin. Sen, O’nun sözlerini anlayamazsın. Çünkü Allah senin kalbini mühürlemiştir.”

Hz. Hüseyn (a.s) daha sonra sözlerine şöyle devam etti:

“Ben ve kardeşim hakkında Peygamber’in (s.a.a) buyurduğu sözünde şüpheniz var ise benim, Peygamber’inizin kızının oğlu olduğumda da mı şüphe ediyorsunuz? Allah’a andolsun ki doğu ve batı arasında (bütün dünyada) sizin ve sizin dışınızda Resulullah’ın benden başka bir torunu yoktur. Yazıklar olsun size! Acaba öldürdüğüm bir kimse veya zayi ettiğim bir mal veyahut (size vurduğum) bir yara karşılığında mı beni cezalandırmak istiyorsunuz?”

Hz. Hüseyn (a.s)’ın sözü buraya ulaştığında Kûfe ordusu tam bir sükut içerisinde idi, onlardan hiçbir aksülamel müşahede edilmiyordu; derken İmam (a.s) kendisini davet eden ve Ömer-i Sa’d’ın ordusu içerisinde olan Kûfe’nin ünlü kişilerinden bir kaç tanesine hitaben şöyle buyurdu:

“Ey Şebes ibn-i Rib’î! Ey Haccar ibn-i Ebcer! Ey Kays ibn-i Eş’âs! Ve ey Yezid ibn-i Haris! “Meyvalarımız yetişmiş, çevremiz (bağ ve bahçelerimiz) yeşermiş ve senin için techiz edilmiş bir orduya doğru geliyorsun.” diye bana mektup yazmadınız mı?”

Bu kişilerin, İmam (a.s)’ın sözleri karşısında: “Biz böyle bir mektup yazmadık.” diye inkar etmekten başka bir cevapları yoktu.

Burada Kays ibn-i Eş’âs, yüksek bir sesle şöyle dedi: “Ey Hüseyn! Niçin Yezid’e bi’at etmiyorsun? Bi’at ettiğin takdirde sana karşı, gönlünün istediği şekilde davranılacak ve sana en ufak zarar bile dokunmayacaktır.”

İmam Hüseyn (a.s) ona cevaben şöyle buyurdu:

“Hayır, Allah’a andolsun ki, ben onlara zillet elini vermeyeceğim ve köleler gibi de onların önünden kaçmayacağım.” (39)

Daha sonra İmam Hüseyn (a.s), Hz. Musa’nın, Firavun’un inadı karşısındaki sözünü nakleden ayeti kıraat etti: “(Ey Allah’ın kulları!) Şüphe yok ki ben sözümü yabana atmanızdan (beni taşlayıp öldürmenizden) Rabbime ve Rabbinize sığınıyorum. Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınıyorum.”

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Aşura Günündeki İkinci Konuşması

Harezmî diyor ki Hz. Hüseyn (a.s)’ın Aşura günü Kerbela sahrasındaki ikinci konuşması şöyleydi: Her iki ordu kamilen hazırlandıktan, Ömer-i Sa’d’ın bayrakları yükseldikten, davul ve borazan sesleri duyulduktan ve Hz. Hüseyn (a.s)’ın çadırları düşman ordusu tarafından bir yüzük kaşı gibi araya alındıktan sonra İmam Hüseyn (a.s) ordusundan dışarı çıkıp düşmanın safları karşısında yer aldı ve onların susmalarını ve sözünü dinlemelerini istedi. Ama onlar gürültü-patırtı ediyor, bağırıp- çağırıyorlardı; derken İmam Hüseyn (a.s) onları şu sözlerle susmaya ve sükût etmeye davet etti:

“Yazıklar olsun size! Niçin susup da sözlerimi dinlemiyorsunuz? Halbuki ben sizi doğru yola çağırıyorum. Kim bana uyarsa doğru yolu bulanlardan olur, bana isyan eden de helak olanlardan olur. Hepiniz emrime muhalefet ediyor ve sözümü dinlemiyorsunuz. Evet hediyeleriniz haramdan geldiği ve karınlarınız da o haramlardan dolduğu için Allah kalblerinizi mühürlemiştir. Yazıklar olsun size! Susmak ve dinlemek nedir bilmiyor musunuz?”

Hz. Hüseyn (a.s)’ın sözü buraya ulaşınca Ömer-i Sa’d’ın ordusu, “Niçin susupta Hazretin sözlerini dinlemiyoruz” diye birbirlerini kınadılar. Sükût düşmanın ordusuna hakim olduğunda İmam Hüseyn (a.s), sözlerinin devamında şöyle buyurdu:

“Ey cemaat! Yazıklar olsun size. Hayranlık içerisinde olduğunuz bir halde, iştiyakla bizi yardımınıza çağırdığınızda kabul edip süratle imdadınıza koştuk. (Ama siz) aleyhimize kılıç çektiniz, ortak düşmanımızın çıkardığı fitne ateşini aleyhimize tutuşturdunuz. Dostlarınızın aleyhine toplanıp, aranızda hiçbir adaleti yaymayan (yararınıza bir adım bile atmayan) ve kendilerinden dünya malından size ulaştıracakları haram bir lokmadan ve göz diktiğiniz alçak bir yaşayıştan başka hiç bir şey ummadığınız düşmanlarınıza destek oldunuz. Birazcık yavaş olun (düşünün). Yazıklar olsun size! Bizden hiç bir şey vaki olmaksızın ve hiçbir hatalı görüş görülmeksizin horlanıp bizi terkettiniz. Kılıçlar kınında, kalbler huzur içerisinde ve reyler sağlam olduğunda, çekirge gibi süratle bize yöneldiniz ve sinekler gibi (etin üzerine konarcasına) başımıza üşüştünüz. Yüzünüz kara olsun! Şüphesiz sizler ümmetin azgını, hiziblerin en sapmışı, şeytan’ın balgamı, günahkârlar topluluğu olan ve Kur’ân’ı arkalarına atan kimselersiniz. (Yine siz) kitabı tahrif eden, sünneti söndüren, Peygamber’in evladlarını öldüren, vasilerin neslini kesen, zinazadeleri nesebe ilhak eden, müminleri inciten ve Kur’ân’ı parçalayan alaycı önderlerin imdadına koşan kimselersiniz.”

Hz. Hüseyn (a.s) sözlerinin devamında şöyle buyurdu:

“Sizler şimdi, İbn-i Harb’a (Muaviye oğlu Yezid’e) ve onlara uyanlara itimad edip bize yardımda bulunmuyorsunuz. Evet, Allah’a and olsun ki yardım etmemek (ve hilekârlık) sizin en bariz sıfatlarınızdandır. Ki damar ve kökleriniz onun üzerine boy salmış, dal ve gövdeniz onu miras edinmiş, gönülleriniz (bu kınanmış adet) üzere rüşd etmiştir, göğüsleriniz onunla örtülmüştür. Siz bağ bekçisinin boğazında kalan veya gasıb bir kimsenin tatlı bir lokması olan habis bir meyve gibisiniz. Bilin ki zinazade oğlu zinazade (Ubeydullah ibn-i Ziyad) bizi iki şey: “Kılıç ve zillet” arasında seçenekli bırakmıştır; zillet ise bizden uzaktır. Ne Allah, ne Peygamber’i, ve ne de müminler bunu kabul ederler, ve ne de pâk ve tahir olan etekler (anneler) ve izzet-i nefsi olan kimseler alçak kimselerin itaatını kerim kişilerin şehadetine tercih etmeyi reva görürler. Bilin ki ben hücceti tamamladım ve size olan inzar görevimi yerine getirdim. Ben aile fertlerimin azalmasına ve yardımcıların da yardım etmemesine rağmen hedefime doğru yürümekte devam edeceğim.”

Bu sırada İmam (a.s) şu şiiri okudu:

“Eğer düşmanı yenersek, zaten önceden de yeniktiler.

Ama eğer (zahirde) yenilirsek, yine gerçekte yenilmiş biz değiliz.

Biz korkaklık nedir bilmeyiz,

Başımıza bir takım olaylar gelmiş devlet başkalarının eline geçmiştir o kadar.

Bizi alaya almak istiyenlere de ki, kendinize gelin.

(Çünkü) bizim uğradığımız şeye onlar da uğrayacakdır.

Ölüm, devesini birisinin kapısından kaldırdığında

Şüphesiz diğerlerinin kapısına yatıracaktır.”

Hz. Hüseyn (a.s), daha sonra sözünün devamında şöyle buyurdu:

“Bilin Allah’a andolsun ki, bu savaştan sonra siz ancak süvarinin bineğe bindiği bir süre miktarınca eğlenip durursunuz (arzularınıza ulaşırsınız); tâ ki olaylar, bir değirmenin döndüğü gibi sizi döndürür ve bir eksenin sarsıntısı gibi sizi sarsıp muztarib eder. İşte bu, babam Ali’nin cedim Resulullah’dan naklettiği bir vasiyyettir.”

Daha sonra İmam Hüseyn (a.s) ellerini göğe kaldırıp Ömer İbn-i Sa’d’ın ordusuna şöyle beddua etti:

“Allah’ım onlara yağmur yağdırma ve onlara, Yusuf’un yılları gibi (zor ve kurak) yıllar yaşat ve onlara, Sakifli genci musallat kıl ki zillet kabıyla onları doyursun (onlara kan kustursun) ve onlardan hiçbirisini cezasız bırakmasın. Katledenlerini katletsin, vuranlarını ise vursun; böylece onlardan Ehl-i beytimin ve şialarımın intikamını alsın. Zira onlar bizi tekzip ettiler, (düşmanlar karşısında) bize yardımda bulunmadılar. Ey Allah’ım! Sen bizim Rabb’imizsin, sana tevekkül ederiz. Şüphesiz ki dönüşümüz sanadır.” (40)

Hz. Hüseyn’in (a.s) Savaş Başladığında Ashabına Hitaben Buyurduğu Söz

Hz. Hüseyn (a.s) umuma konuşma yaptıktan, ve Ömer ibn-i Sa’d’la konuşup kendi ordusuna döndükten sonra, Ömer ibn-i Sa’d ordusundan dışarı çıkıp İmam Hüseyn (a.s)’ın çadırlarına doğru bir ok attı ve ordusuna şöyle hitap etti: “Emir İbn-i Ziyad’ın yanında, Hüseyn ibn-i Ali’nin çadırlarına oku ilk atanın ben olduğuma dair şehadette bulunun.”

Kûfe halkı, bu sahneyi görür görmez, Hz. Hüseyn (a.s)’ın çadırlarını ok yağmuruna tuttular. Düşman tarafından atılan bu oklar yağmur gibi Hz. Hüseyn (a.s) ve ashabının çadırlarına yağmaya başladı. Ashabdan bedenine ok isabet etmemiş çok az kimsenin kaldığı naklediliyor.

İşte bu esnada İmam Hüseyn (a.s) yaranlarına şöyle buyurdu:

“Ey yüce insanlar! Kendisinden kurtulması mümkün olmayan ölüme hazırlanın şüphesiz ki bu oklar, onların sizlere gönderdikleri ölüm elçileridir. Allah’a and olsun ki siz insanlarla cennet ve cehennem arasında ancak ölüm (küprüsü) vardır; bu köprü sizleri cennet’e onları ise cehenneme götürür.” (41)

“Lühuf kitabının naklettiğine göre bu hengamede İmam (a.s)’ın ashabı genel bir saldırıya geçtiler. Böylece hak ve batıl ordusu arasında şiddetli bir savaş vuku buldu. Bu saldırı sona erip, toz toprak çöktüğünde İmam (a.s)’ın ashabından 50 kişinin şehid düştüğü görüldü.”

Hz. Hüseyn (a.s), yaranlarının hayatlarının en son anlarında onları, seçtikleri şehadet ve fedakârlık yolunda teşvik ediyordu. Vedalaşma vakti veya katligahda ve onların kana boyanmış yarım canlı bedenlerinin yanında hazır olup gönül okşayıcı sözlerle onlara moral veriyordu. O zor şartlarda Hz. Hüseyn (a.s)’ın her söz ve davranışı bu şahısların gönüllerine çok te’sir ediyordu, ve tasavvuru mümkün olmayacak kadar ashabını manevi yönden güçlendiriyordu. Bu makalenin hacminin büyümemesi için onları nakletmekten vazgeçtik. Kerbela vakıasını daha ayrıntılı bir şekilde okumak isteyen muhterem okuyucular bu mevzuda yazılan kitablara müracaat edebilirler.

Vedalaşma Vakti

Hz. Hüseyn (a.s)’ın son vedalaşması, kendisi, ailesi ve İmam Seccad (a.s) için Aşura gününün en zor anlarından ve en şiddetli dakikalarındandı. Çünkü Peygamber’in torunları görüyorlardı ki, şimdi bütün yiğitlerin şehadetinden sonra yegane sığınak ve önderleri olan Hz. Hüseyn (a.s) da artık dönüşü olmayan ayrılık için hazırlanıyor… Ondan sonra bu çölde ne yapsınlar, bu gurbette ve kimsesizlikte kimden yardım umsunlar. Düşmanın saldırısına karşı savunma gücü olmayan Peygamber’in Ehl-i Beyt’inin hanımları ve çocuklar kendilerini nasıl savunsunlar ve kime başvursunlar?… Diğer taraftan da şefkatli, merhametli ve gayret ve cesaret mazharı olan Hz. Hüseyn (a.s), aile fertlerinin ağlama seslerinin yükseldiğini duyuyordu. Savunmasız kalan çocukların, kızların bir güven, bir barınak aradıklarını veya susamışlık neticesinde ıstırap içerisinde kıvrandıklarını görüyordu.

Bu yürek yakıcı acı sahneyi gören Hz. Hüseyn (a.s) son olarak ailesiyle vedalaşmaya gittiğinde onları sabra ve uzur (bedenin her tarafını kaplayan bir çeşit örtü) örtmeye davet edip şöyle buyurdu:

“Zor ve gamlı günler için hazırlanın ve bilin ki Allah-u Teâla, sizi yakın bir zamanda düşmanların şerrinden kurtaracaktır, akibetinizi hayıra dönüştürecektir, düşmanınızı azablara düçar kılacaktır. Bu zorluk ve musibetlere karşılık da size çeşitli nimet ve kerametler bağışlayacaktır. Öyleyse şikayet etmeyin ve değerinizi düşürecek şeyler ağzınıza almayın.” (42)

Kerbela Katligahından Evrensel Mesaj

Harezmî diyor ki: Hz. Hüseyn (a.s), aralıksız düşmana saldırıp şiddetle savaşıyordu, her saldırısında düşmandan bazılarını yere seriyordu. Bu esnada aniden düşman ona ruhî bir darbe vurup onu mağlup etmeye karar verdi ve bu maksatla İmam’la çadırların arasına girerek hamleyi çadırlara doğru yöneltti.

Bu esnada Hz. Hüseyn (a.s) yüksek bir sesle şöyle feryad etti:

“Ey Ebu Süfyan ailesine uyanlar! Eğer dininiz yok, kıyamet gününden de korkmuyorsanız, hiç olmazsa en azından dünyanızda hür kişiler olun. Eğer arap olduğunuzu iddia ediyorsanız (nitekim de böyle düşünüyorsunuz) hasebinize dönün ve insanlık şerefinizi koruyun.”(43)

Şimr cevaben “Ya Hüseyn! Ne söylüyorsun?dedi. İmam (a.s) ona cevabında şöyle buyurdu:

“Ben sizinle, siz de benimle savaşıyorsunuz, bu kadınların bir suçu yoktur. Ben hayatta olduğum müddetçe yağmacılarınızı ehl-i beytime saldırmaktan alı koyun.”

Şimr. “Ey Fatıma’nın oğlu! Bu isteğini kabul ediyoruz.” dedi

Şimr daha sonra ordusuna şöyle seslendi: “Hüseyn’in haremine saldırmaktan sakının, saldırılarınızı O’nun kendisine yöneltin. Canıma andolsun ki O kerim bir rakibdir.”

Hz. Hüseyn (a.s)’ın bu sözü gerçi zahirde Aşura günü namertçe çadırlarına saldırıya geçen Kûfe halkına hitaben irad edilen bir hitabedir. Ama hakikatte, Kerbela katligahından her asırda bütün insanlara söylenilen umumi ve evrensel bir mesajdır.

İnsan, ilahi kanun ve semavî düsturlara bağlı olmasa bile en azından kendi hürrüyetini, yiğitliğini korumalı ve insanlar arasında geçerli olan kanun-kurallara uymalıdır.

Hz. Hüseyn (a.s)’ın En Son Münacatı

Misbah’ül Müteheccid ve İkbal kitablarının naklettiğine göre İmam Hüseyn (a.s), hayatının en son anlarında gözlerini açıp göğe doğru baktı ve son olarak alemlerin Rabb’iyle şöyle münacatta bulundu:

“Ey kendisinden başka ilah olmayan Allah! Senin kaza ve kaderinin karşısında sabrediyorum. Ey imdad dileyenlerin imdadcısı! Benim senden başka bir Rabb’im, bir ma’budum yoktur. Senin hükmüne ve takdirine sabrediyorum. Ey yardımcısı olmayan! Ey daimi olup sonu olmayan! Ey ölüleri dirilten! Ey herkese ameliyle kaşılık veren Allah! Benimle bunların (Kûfe halkının) arasında sen hükmet. Zira sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”

İmam Hüseyn (a.s) daha sonra yüzünü toprağa koyarak şöyle dedi:

“Allah’ın adıyla, Allah’ı anarak, Allah’ın yolunda ve Resulullah’ın dini üzere (dünyadan ayrılıyorum.)”

geriye dön

Dipnotlar:

28- Taberi, c.7, s.308. Kamil, c.3, s.282. Harezmî, c.1, s.234.

29- Nur’üs-Sakaleyn, c.4, s.221. Bihar’ül-Envar, c.10, s.188.

30- Tühaf’ül-Ukul, s.174. Taberi, c.7, s.300. Maktel-i Harezmî, c.2, s.5. Lühuf, s.69.

31- Maktel-i Harezmî, c.1, s.245.

32- Ensab-ül Eşraf, c.3, s.185. Taberi, c.7, s.319. Kamil, c.3, s.285. İrşad, s.240.

33- Bu söz “Nefes’ül-Mehmum” kitabından nakledilmiştir.

34- Kamil-üz Ziyarat, s.37.

35- Belağet’ül-Hüseyn, s.190.

36- Taberi, c.7, s.327. İbn-i Asakir, s.211. Kamil, c.3, s.287. İrşad-ı Mufid, s.233.

37- Taberi, c.7, s.328. Kamil, c.3, s.287. İrşad-ı Mufid, s.234. Maktel-i Harezmî, c.1, s.253.

38- Maktel-i Harezmî, c.1, s.253.

39- Ensab-ül Eşraf, c.3, s.188.

40- Bu hutbe az bir farkla Tühaf’ül-Ukul, s.171 de, Maktel-i Harezmî, c.2, s.7-8 de, Lühuf, Maktel-i Avalim ve Tezkiret-ül Havas kitablarında nakledilmiştir. Fakat biz Maktel-i Harezmi’den naklettik.

41- Lühuf, 89. Maktel-i Harezmî, c.2, s.9.

42- Maktel-i Mukarrem, s.337.

43- Maktel-i Harezmî, c.2, s.33.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu