Kerbela Olayı

İmam Hüseyin’in Hutbesi

İmam Hüseyin (a.s)’in Sahabeden İki Yüz ve Tabiinden ise Sekiz Yüzü Aşkın Kişinin Huzurunda Buyurduğu Hutbe:

 Bismillahirrahmanirrahim

İmam Hüseyin (a.s), Beni haşim, Muhacir ve Ensar’dan seçkin şahsiyetlerin katılımıyla düzenlenmiş olan çok önemli bir mecliste[1] şöyle bir hutbe irat ettiler:

Allah aşkına söyleyin; acaba Ali b. Ebi Talip (a.s)’ın Resulullah (s.a.a)’in kardeşi olduğunu, ashap ve yaranı arasında uhuvvet (kardeşlik) akdi yaptığında Ali (a.s)’yi kendisine kardeş seçip Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin, ben de senin kardeşinim diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?

(Mecliste hazır bulunanlar: ) Evet, Allah’ı şahit tutarız ki öyledir dediler.[2]

İmam (a.s): Allah aşkına söyleyin; acaba Resulullah (s.a.a)’in cami ve evinin yerini aldığını, sonra caminin kenarında on oda bina ettiğini, bunlardan dokuz tanesini kendisine ve o odaların vasatında yer alan onuncusunu da babam Ali (a.s)’a mahsus kıldığını, daha sonra babam Ali’nin odasının kapısı hariç bütün odaların camiye açılan kapılarını kapattığını[3] ve sahabeden bazıları (bu hususta) itiraz edince de: Ben sizin kapılarınızı kapatıp onun (Hz. Ali -a.s-) kapısını açık bırakmadım; fakat Allah-u Teâla sizin kapılarınızın kapatılıp onun kapısının açık bırakılmasını emretti bana buyurduğunu, sonra halkı, Hz. Ali (a.s) hariç camide yatmaktan nehyettiğini ve Hz. Ali (a.s)’ın odasının caminin içerisinde ve Resulullah (s.a.a)’in odasının kenarında yer aldığını ve (bazen) bu odada cünüp olduğunu ve bu odalarda Resulullah (s.a.a) ve Ali (a.s)’a evlatlar verildiğini bilmiyor musunuz?

(Mecliste bulunanlar:) Evet, Allah şahittir ki öyledir dediler.[4]

İmam (a.s): Acaba Ömer b. Hattab’ın, camiye bakmak için evinin duvarından göz miktarınca bir delik açmak istediğini, fakat Resulullah (s.a.a)’in buna müsaade etmediğini ve sonra hitabesinde: Allah-u Teâla beni tertemiz bir cami yapmakla görevlendirdi, işte bunun için ben ve kardeşim (Ali) ve evlatlarından başka hiçbir kimsenin camide ikamet etmeye hakkı yoktur diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?

(Mecliste bulunanlar:) Evet, Allah şahittir ki öyledir dediler.

İmam (a.s): Allah aşkına söyleyin Resulullah (s.a.a)’in, Ali’yi Gadir-i Humda velayet makamına atadığını ve Hazır bulunanlar gaipte olanlara bunu ulaştırsın[5] diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?

(Mecliste bulunanlar:) Evet biliyoruz, Allah buna şahittir dediler.

İmam (a.s): Allah aşkına söyleyin bakalım; Resulullah (s.a.a)’in, Tebuk gazvesinde Ali (a.s)’a: Sen baba nispet, Harun’un Musa’ya olan nispeti gibisin[6] Ve: Sen benden sonra her Müminin velisi (önderi)sin[7] diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?

(Meclistekiler bulunanlar:) Evet, Allah şahittir ki biliyoruz dediler.

İmam (a.s): Allah aşkına söyleyin; Resulullah (s.a.a)’ın, Necran ehlinden olan Hıristiyanları mübaheleye (lanetleşmeye) davet ettiği vakit, Hz. Ali, eşi ve iki evladından başka kimseyi getirmediğini biliyor musunuz?

(Meclistekiler:) Evet, biliyoruz, doğrudur dediler.[8]

İmam (a.s): Allah aşkına söyleyin bakalım, Resulullah’ın Hayber savaşında, İslam sancağını Ali’nin eline verdiğini ve Şimdi bu sancağı, Allah ve Resulünü seven, Allah ve Resulü de kendisini seven, düşmana dönüp dönüp saldıran, asla firar etmeyen ve Allah’ın, Hayber kalesini kendisinin eliyle fethedeceği bir kimsenin eline veriyorum şeklindeki sözünü biliyor musunuz?

(Mecliste bulunanlar:) Evet, biliyoruz, Allah buna şahittir dediler.[9]

İmam (a.s): Acaba Resulullah (s.a.a)’ın Beraat suresini Ali (a.s) vasıtasıyla Mekke’ye ulaştırdığını ve Benim mesajımı ben ve benden olan kimseden başkası ulaştıramaz. Diye buyurduğunu biliyor musunuz?

(Meclistekiler:) Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir dediler.[10]

İmam (a.s): Acaba Resulullah (s.a.a)’in, karşılaştığı bütün zor durumlarda ve her hayati meselede Ali (a.s)’a olan sonsuz güveninden dolayı zorlukları halletmek için onu ileri sürdüğünü ve kendisini hiçbir zaman adıyla çağırmadığını ve daima kardeşim diye çağırdığını biliyor musunuz?

(Meclistekiler:) Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir. Söylediler[11].

İmam (a.s): Acaba Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali, Cafer ve Zeyd arasında hakemlik yaptığında: Ya Ali sen bendensin, ben de sendenim ve sen benden sonra her müminin velisi (önderisin) diye buyurduğunu biliyor musunuz?

(Meclistekiler:) Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir dediler.[12]

İmam (a.s): Acaba Ali (a.s)’ın Resulullah (s.a.a) ile her gün ve her gece özel bir görüşmesi olduğunu ve bu görüşmelerde Ali (a.s) soru sorduğunda Resulullah (s.a.a)’in ona cevap verdiğini, sustuğunda da Resulullah (s.a.a)’in kendisinin konuşmaya başladığını biliyor musunuz?

(Meclistekiler:) Evet, biliyoruz; Allah da buna şahittir dediler[13].

İmam (a.s): Acaba Resulullah (s.a.a)’ın kızı Fatıma (a.s)a: Ben seni Ehl-i Beytimin en hayırlısı, İslam açısından onların en ilki, hilim açısından onların en halimi ve ilim açısından onların en âlimi olan bir kimseyle evlendirdim diye buyurarak Ali (a.s)’ı, Cafer-i Tayyar ve Hamza-i Seyyid-uş Şüheda’dan da üstün tuttuğunu bilmiyor musunuz?

(Meclistekiler:) Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir dediler.[14]

İmam (a.s): Acaba Resulullah (s.a.a)’in: Ben Âdemoğullarının efendisiyim, kardeşim Ali Arapların efendisidir. Fatıma cennet ehlinin hanımlarının en üstünüdür, iki evladım Hasan ve Hüseyin de cennet gençlerinin efendileridir. Şeklindeki sözünü biliyor musunuz?

(Meclistekiler:) Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir dediler.[15]

İmam (a.s): Acaba Resulullah (s.a.a)’in Ali (a.s)’ı kendisine gusül vermekle görevlendirdiğini ve Cebrail’in bu işte ona yardımcı olacağını haber verdiğini bilmiyor musunuz?

(Meclistekiler:) Evet, biliyoruz, Allah buna şahittir dediler.[16]

İmam (a.s): Acaba Resulullah (s.a.a)’in son hutbesinde Müslümanlara hitaben: Ben sizin aranızda iki değerli şey bırakıyorum; (biri) Allah’ın kitabı, (diğeri ise) Ehl-i Beytimdir; onlara sarılırsanız kesinlikle sapmazsınız şeklinde buyurduğunu biliyor musunuz?

(Meclistekiler:) Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir dediler[17].

Süleym b. Kays şöyle diyor:

İmam Hüseyin (a.s) ayrıca Hz. Ali (a.s) ve Ehl-i Beyti hakkında Kur’ân’da nazil olan ve Resulullah (s.a.a)’in dilinden duyulan birçok faziletleri saydı. Resulullah (s.a.a)’in sahabesinden mecliste bulunanlar: Evet, Allah’a ant olsun ki biz bunları duymuşuz, tabiînden olanlar da: Biz de bu faziletleri falan güvenilir sahabeden duyduk diyorlardı.

İmam (a.s), Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’ın faziletleri hakkındaki irad ettiği sözlerin devamında şöyle buyurdu:

Allah aşkına söyleyin; Resulullah (s.a.a)’in: Ali’ye buğz ettiği halde beni sevdiğini iddia eden yalan söylüyor. Çünkü Ali’ye buğz edip de beni sevmek olmaz. Diye buyurduğunu, bunun üzerine de bir adam kalkıp: Ya Resulullah! Bunu biraz açıklar mısınız? Dediğinde Resulullah (s.a.a)’in; Çünkü Ali bendendir, ben de Ali’denim; onu seven beni sevmiştir; beni seven de Allah’ı sevmiştir; Ali’ye buğz eden bana buğz etmiştir; bana buğz eden de Allah’a buğz etmiştir diye buyurduğunu duymuş musunuz?

(Meclistekiler:) Evet, duymuşuz; Allah buna şahittir dediler.[18]

İmam Hüseyin (a.s) daha sonra sözünün devamında şöyle buyurdular:

Ey insanlar! Allah’ın, kendi velilerini öğütlemek için Yahudi âlimleri hakkındaki kınamalarından ibret alın. Allah-u Teâla (Yahudi âlimlerini kınayarak) şöyle buyuruyor:

Niçin onların din âlimleri, onları (Yahudileri) suç olan sözleri söylemekten (ve haram yemekten) men etmediler[19].

Yine Allah-u Teâla buyuruyor ki:

İsrail oğullarından kâfir olanlara Davut’un diliyle de lanet edilmişti, Meryem oğlu İsa’nın diliyle de lanet edilmişti. Bu da isyan ettiklerinden, aşırı gittiklerinden ve işledikleri kötülükten, birbirlerini alıkoymadıklarındandır. Gerçekten de yaptıkları iş, ne de kötü-dür.[20]

Allah’ın onları kınamasının sebebi, onların aralarında bulunan zalimlerin yaptıkları kötü işleri ve fesatları görüp onlardan yetişen dünya mal ve makamına olan meyilleri ve maruz kalmaktan sakındıkları baskı ve zulmün korkusu yüzünden onları men etmemelerinden dolayıdır. Hâlbuki Allah-u Teâla: İnsanlardan korkmayın, benden korkun buyurmaktadır.[21]

Yine buyurmaktadır ki: Erkek ve kadın Müminler, birbirlerinin (gözetleyen ve koruyan) dostlarıdır, iyiliği emrederler ve kötülükten de alıkoymaya çalışırlar.[22]

Görüldüğü gibi Allah-u Teâla (müminlerin sıfatını saydığında) marufa emir ve münkerden nehiy etmekle başlayıp ilk olarak onu farz kılıyor. Çünkü biliyor ki, eğer bu fariza yerine getirilir ve uygulanırsa (artık) bütün farizalar ister kolay olsun, ister zor yerine getirilir, uygulanır. Çünkü marufu emir ve münkerden nehiy etmek, zulme uğrayanların haklarının alınmasını, zalimlere muhalefet, beyt’ul-malın ve ganimetlerin (adaletle) bölünmesini, zekâtın gereken yerlerden alınmasını, gerektiği şekilde sarf edilmesini sağlamasının yanı sıra İslam’a yapılan bir davettir de.

İmam Hüseyin (a.s) daha sonra sözlerine şunları da eklediler:

Sonra siz ey ilimle meşhur olup hayırla anılan, nasihatle tanınıp Allah’ın lütfüyle halkın gönüllerinde heybetli görünen topluluk! (Bilin ki) şerefli insanlar sizden çekinir, zayıflar size ihtiram gösterir, kendi derecenizde olan ve ihsan etmediğiniz kimseler (bile) sizi kendilerine tercih eder, (insanların) ihtiyaçları karşılanmadığı zaman sizin arabuluculuğunuzla karşılanır, yolda giderken padişahların heybeti ve büyüklerin izzetiyle yürüyorsunuz.

Acaba bunların hepsi, sizden beklenilen İlahi vazifenizi yapmanız (ve kıyam etmeniz) için değil midir? Oysaki siz vazifelerinizin çoğunu ihmal ediyorsunuz, ümmetin hakkını küçümsüyorsunuz, zayıfların hakkını çiğniyorsunuz. Fakat zannettiğiniz kendi hakkınıza gelince, onu talep ediyorsunuz. Siz Allah yolunda ne bir mal harcadınız, ne O’nun yarattığı canı onun yolunda bir tehlikeye attınız, ne de O’nun rızası için bir aşiretle düşmanlık yaptınız.

(Bununla birlikte) Allah’ın cennetine girmeyi peygamberleriyle komşu olmayı ve azabından kurtulmayı arzuluyorsunuz. Ey Allah’tan böyle beklentileri olanlar! Ben O’nun azabından birisinin size inmesinden korkuyorum. Zira siz, Allah’ın kerameti sayesinde onunla üstün kılındığınız bir makama eriştiniz. Ama Allah’a (ibadet etmekle) tanınan kimselere ihtiram etmiyorsunuz. Oysa siz O’nun ismiyle insanlar arasında ihtiram görüyorsunuz.

Kendi gözlerinizle Allah’ın ahitlerinin çiğnendiğini görmeniz sizleri tedirgin etmiyor. Oysaki babalarınızın bazı ahitlerinin (söz ve vasiyetleri) çiğnenmesinden tedirgin oluyorsunuz. Peygamber’in ahitleri tahkir edilmekte) kör, sakat ve dilsiz kimseler şehirlerde sığınaksız ve idarecisiz kalmış acıyanları bile yoktur; sizler de ne makamınızdan yararlanıp onların hakkında bir iş yapıyorsunuz, ne de (onlar için) bir iş yapan kimselere yardımcı oluyorsunuz! Zalimlere dalkavukluk ve yaltaklık yaparak onlardan korunmaya çalışıyorsunuz. Bütün bunlar yüce Allah’ın size buyurduğu yasaklardır; oysa sizler gaflet içerisindesiniz.

Eğer şuurunuz olsaydı, insanlar arasında en büyük musibete uğrayan ve gerçek âlimlik makamından uzak düşen kimseler olduğunuzu anlardınız. Çünkü işleri yürütmek ve hükümleri uygulamak, Allah’ın helâlı ve haramı konusunda emin olan, güvenilen ulemanın elinde olmalıdır. Oysa bu mevki sizin elinizden alınmıştır. Bu mevki, sadece açık deliller geldikten sonra hakkın etrafından dağıldığınız ve sünnette ihtilaf ettiğiniz için elinizden çıkmıştır.

Eğer eziyetlere sabredip, Allah için zorluklara katlanacak olsaydınız, İlahî emirler (toplumun yönetimi) sizin elinize geçer, emirler sizden sadır olur ve size dönerdi. Siz mevkiinizi bırakarak Allah’ın işlerini onlara teslim ettiniz, onlar da şüphe üzerine hareket edip nefsanî arzulara dalıyorlar.

Zalimleri bunlara musallat kılan şey, siz âlimlerin ölümden kaçmanız ve sizden ayrılacak hayata gönül bağlamanızdır. Sizler güçsüz halkı onlara teslim ettiniz. Onlardan bazıları ezik köleler durumuna düşmüş, bazıları da geçimini sağlayamayan yenik mustaz’aflar haline gelmiştir. Onlar (zalimler), eşrara (kötü insanlara) uyarak ve Allah’a cesaret göstererek memlekette istedikleri şekilde dolaşıyor, heva ve heveslerine tabi olarak da rezillik ediyorlar.

Her şehirde belagatlı hatipleri vardır. Memleketin her tarafı onlara boyun eğmiş durumdadır. Her tarafta sultalarını sağlamışlar. Halk da köleler gibi onlara karşı kendilerini savunacak bir güce sahip değiller. Halka egemen olanlar, ya gaddar, isyankâr ve mustaz’aflara karşı baskı yapan zalimlerdir ya da Allah’a ve kıyamete inancı olmayan emir sahipleridir.

Hayret! Nasıl hayret etmeyebilirim! Oysaki İslam toprakları sahtekâr zalim, zekât toplayan hain ve müminlere karşı şefkatsiz ve insafsız olan hükümdarların tasarrufundadır. Münakaşa ettiğimiz hususlarda bizimle sizin aranızda hüküm verecek olan yalnız Allah’tır. İhtilafımızda bizleri yargılayan da O’dur.

Hüseyin b. Ali (a.s) sözünün sonunda da şöyle buyurdu: Allah’ım; sen biliyorsun ki, bizim tarafımızdan gerçekleşen (kıyam), saltanat için yarış ve değersiz dünya mallarından bir şeye ulaşmak için değildir; senin dininin nişanelerini (öğretilerini) göstermek, beldelerinde ıslahı ortaya çıkarmak, mazlum kullarına emniyet ve güvence kazandırmak ve senin farz, sünnet ve hükümlerine amel edilmesi içindir. Eğer sizler bize yardım etmez ve bize hak vermezseniz zalimler sizlere musallat olur ve Peygamber’in nurunu söndürmeye çalışırlar. Allah bize yeterlidir; O’na tevekkül etmişiz, O’na yönelmişiz ve dönüşümüz de O’nadır.

İşte Hüseyin b. Ali (a.s)’ın Minâda buyurduğu ve Müslümanların, İslam’ın bünyesine indirilen darbelerden ve gelecekte İslam’ın esasını tehdit edecek tehlikeli hadiselerden haberdar olması için diğerlerine de ulaştırılmasını orada hazır bulunanlardan ısrarla istediği değerli hutbesi bundan ibaretti.
———————————————————————–
[1] – Bu meclise iki yüz sahabe, tabiin ve sahabenin evlatlarından ise sekiz yüzü aşkın kişi katılmıştır.
[2] – Sünen-i Tirmizi, c. 5.
[3] – Sünen-i Tirmizî, c. 5, el-Menakıb, H. 3815. Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 331, c. 2, s. 26.
[4] – Sünen-i Tirmizî, c. 5. el-Menakıb, H. 3811. Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c . 1, s. 331.
[5] – Müstedrek-i Sahihayn, c. 3, s. 109 ve 134.
[6] – Sahih-i Müslim, c. 4, H. 2404. Sünen-i Tirmizî, c. 5. El-Menakıb, H. 3808, 3813. Sünen-i İbn-i Mace Mukaddime H. 115. Müstedrek-i Sahihayn, c. 3, s. 109, 133.
[7] – Sünen-i Tirmizî, c. 5, el-Menakıb, H. 3796. Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 331.
[8] – Sünen-i Tirmizî, c. 5, el-Menakıb, H. 3808. Müstedrek-i Sahihayn, c. 3 s. 150.
[9]- Sahih-i Müslim, c. 4, H. 2404. Sünen-i Tirmizî, H. 3808, 2405, 2406, Sünen-i İbn-i Mace Mukaddime H. 117.
[10] – Sünen-i Tirmizî, c. 5, el-Menakıb, H. 3803.
[11] – Sünen-i Tirmizî, c. 5; el-Menakıb, H. 3796.
[12] – Sünen-i Tirmizî, c. 5; el-Menakıb, H. 3806.
[13] – Nezm-u Durer-is Simtayn, s. 128. Şerh-i Nehc’ul-Belaga-i İbn-i Ebî’l-Hadid, c. 9, s. 174.
[14] – Müstedrek-i Sahihayn, c. 3, s. 124.
[15] – Müstedrek-i Sahihayn, c. 3, s. 151.
[16] – Sünen-i İbn-i Mace, Mukaddime H. 118. Müstedrek-i Sahihayn, c. 3, s. 167.
[17] – Sahih-i Müslim, c. 4, H. 2408. Müstedrek-i Sahihayn, c. 3, s. 14. c. 4. s. 367.
[18] – Sahih-i Müslim, H. 131. Mukaddimeyi Sünen-i İbn-i Mace, H. 114.
[19] – Maide / 63.
[20] – Maide / 78-79.
[21] – Maide / 44.
[22] – Tövbe / 71.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu